Aşure kıssası
Her milletin kutsal veya diğer zaman dilimlerinden farklı kabul ettiği kendine özgü belirli gün ya da ayları vardır. Yüce Dinimiz İslâm’da da bu tür gün, gece ve aylar vardır.
Aşurenin hikâyesi ise şu kıssaya dayanmaktadır:
Hz. Âdem ve Hz. İdris’ten sonra insanlarda hakikatten sapmalar baş gösterince Cenab-ı Hak bunlar üzerine Hz. Nuh’u peygamber olarak göndermişti. Hz. Nuh insanlara tevhid inancını anlatıyor, onları hak yola davet ediyor ve putlara tapmaktan men ediyordu.
Ancak onlar “Zalimdiler, azgındılar, fasıktılar, kötüydüler, kalp gözleri kapalıydı, vicdansızdılar, doğru yoldan çıkmışlardı, günahlara dalmışlardı…“
Hz. Nuh’u ve çağrısına uyarak iman edip Allah’ın sevgili kulları arasına yükselen kimsesiz, yoksul kişileri hor gördüler, onlarla aynı çatı altında bir arada bulunamayacaklarını söylediler, büyüklendiler…
Onlar, üstünlüğün parada, malda, mülkte değil yüksek insanlık ideallerine sahip çıkmada, tevhide, güzel ahlâk sahibi olmada ve topluma yararlı işler yapmada olduğunu kabul etmiyorlardı.
Dokuz yüz elli senelik çok uzun bir tebliğ dönemine ve Nuh’un tüm çabalarına rağmen kavminin büyük çoğunluğu dinlerinde ısrar ederek muhalif kaldılar. Etrafında bir avuç mümin toplandı. Hatta oğlu ve karısı bile iman etmedi.
“Helak olanlar arasında Hz.Nuh’un oğlu Kenan da vardır ; babasının Peygamber olması onu azaptan kurtaramamıştır. Bu olay Hûd Suresi ile anlatılır.
Mevlâna Hz. Nuh ve oğlu Kenan konusunu hikâyeleştirerek şöyle anlatır. Tufandan önce Nuh Peygamber oğlunu ikna edemez.
Bir baba olarak da oğlunun ölümüne dayanamaz. Hikâyede Nuh Peygamber’in Allah’a seslenişi şöyle anlatılır:
Nuh Peygamber Allah’a : ‘Ailenden herkes kurtulacak demiştin bana. Oğlum gitti.’
‘O senin ailenden değil görmüyor musun? Bir diş çürüdü mü artık senin dişin de olsa ondan kurtulman gerekir. Yoksa bütün beden hasta olur. Ama çok istiyorsan dirilteyim, bir Kenan için gönlünü kırmam senin. Ama onun halini ben bilirim.’
Nuh Peygamber bunun üzerine: ‘ Hayır, hayır’ dedi. ‘Gerekirse beni de öldür o sularda, çünkü emrin benim canımdır. Kimseye bakmam, baksam bile bahanedir, her defasında baktığım sensin.’ (Yalsızuçanlar, 2005: 152)
” Nuh’un davetine karşı kavmi, “parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inatlaştılar, büyüklendikçe büyüklendiler.
Çaresiz ve bitkin düşmüştü Nuh, dayanacak gücü kalmamıştı. Sığınabileceği tek merciye Allah’a sığındı ve şöyle yalvardı:
Beni ve beraberimdeki insanları kurtar. Benimle onların arasında Sen hüküm ver Allahım.
Yüce Allah, peygamberinin duasını kabul buyurdu ve ona evvela bir gemi yapmasını vahyetti.
Böylece inananlar, Hz. Nuh’un denetiminde gemi yapımına başladılar.
Gemi yapımı ilerledikçe sapık ve azgınlar Hz. Nuh ve ona bağlı Müminlerle alay ediyorlardı.
Cenab-ı Hakk’ın emri üzere yanlarına her cinsten birer çift hayvan alan Müminler, kendileri gibi inançlı aile fertleriyle gemiye bindiler.
Adeta gök kapıları açıldı, sular boşalmaya başladı. Yeryüzünden de kaynaklar fışkırdı. Her iki su kaynağı karışıp birleşti.
Böylece tufan gerçekleşmiş Allah’ın kâfirler hakkındaki hükmü gerçekleşmişti.
Hz. Nuh’u yalanlayanlar helak olmuş, Hz. Nuh ile birlikte olan müminler ise gemiye binip azaptan kurtulmuşlardır.
Not: Tufan’ın tüm dünya’yı mı kapsadığı, yoksa sadece Nuh kavminin yaşadığı bölgeyi mi içine aldığı hakkında değişik görüşler ileri sürülmektedir.
Hz. Nuh, gemi sakinlerinin bereketli, sakin bir yere indirilmesi için dua etmişti, duası kabul edildi.
“Ey arz, suyunu yut! Ve ey gök, yağmuru tut!”
Bu emir üzerine göğün gürlemesi, yerin fışkırması kesildi, gemi Cudi dağı üzerine oturdu.
“Ey Nûh! Bizim katımızdan selametle in. Sana ve seninle olanlara hayr ve bereketler olsun denildi.
Not: ( Hz. Nuh’un gemisi yaklaşık 6 ay su üzerinde kalmış ve aşura günü karaya oturmuştur.
İslamî inanışlara göre, Tufan’dan sonra Nuh’un Gemisi, Cudi Dağı’nın üzerine oturmuştur. Sözü geçen geminin Ağrı’da bulunduğu konusunda söylentiler vardır.
Kurân’da geminin Cudi dağına oturduğu söylenmektedir. Hud Sûresi: [47])
Bu zaman zarfında yanlarına aldıkları yiyecekler tükenmeye başladı. Geriye kalan yiyeceklerin hepsini, ne buldularsa, bir kazanda toplayarak pişirdiler.
O zaman, o zor şartlarda yapılmış bu yemeğe bugün Aşure diyoruz.
Aşurenin hikâyesi de rivayete göre bu kıssaya dayanmaktadır.
Hz. Ömer devrinde, Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiği yıl (Miladi 622), İslâmî takvimin başlangıç yılı (Hicri 1) olarak, Muharrem ayı da bu takvimin ilk ayı olarak kabul edildi.
Hicrî Senenin ilk ayı olan Muharrem ayının 10. günü Âşura Günüdür.
İbni Abbas’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde, Yahudilerin Aşûre günü oruç tuttuklarını gördü. “Bu nedir?” diye sordu. “Bu hayırlı bir gündür. Bu, Allah’ın İsrail oğullarını düşmanlarından kurtardığı, bu sebeple de Musa’nın oruç tuttuğu gündür” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.), “Ben Musa’ya sizden daha lâyığım.” buyurdu ve hem kendisi bu günde oruç tuttu, hem de başkalarına oruç tutmalarını emretti.” (Buhârî,Savm, 69; II, 251; Müslim, Savm, 127; I, 795)
Peygamber (s.a.s.), “Aşure günü orucunun, önceki yılın günahlarına keffaret olacağını umarım” (Tirmizî, Savm, 47) buyurarak bu günde oruç tutulmasını tavsiye etmiştir. Ancak Yahudiler, Muharrem’in sadece 10. gününde oruç tuttuklarından, onlarınkine benzememesi için önüne veya sonuna bir gün ilavesiyle iki gün ve yahutta hem öncesine hem de sonrasına bir gün ilave edilerek üç gün oruç tutulması tavsiye edilmiştir.
Bugüne “Âşura” denmesinin sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği içindir.
Hadis kitaplarında geçtiğine göre ise, bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti, o günde Cenâb-ı Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsan ettiği içindir. Bu ikramlar şöyle belirtilmektedir:
1.Allah, Hz. Musa’ya (a.s.) Âşura Gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.
2. Hz. Nuh (a.s.) gemisini Cûdi Dağının üzerine Âşura Gününde demirlemiştir.
3. Hz. Yunus (a.s.) balığın karnından Âşura Günü kurtulmuştur.
4. Hz. Âdem’in (a.s.) tevbesi Âşura Günü kabul edilmiştir.
5. Hz. Yusuf kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan Âşura Günü çıkarılmıştır.
6. Hz. İsa (a-s.) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
7. Hz. Davud’un (a.s.) tevbesi o gün kabul edilmiştir.
8. Hz. İbrahim’in (a.s.) oğlu Hz. İsmail o gün doğmuştur.
9. Hz. Yakub’un (a.s.), oğlu Hz.Yusuf’un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
10. Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.(2)
Hidayet ve zafer, Allah’ın dilemesine bağlıdır.